Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Demans ve Yeni Umutlar: Antibiyotikler ve Aşılar

Demans, genellikle ileri yaşlarda görülen ve hafıza, düşünme becerileri gibi bilişsel yetilerde gerilemeye yol açan bir durumdur. Dünya genelinde hızla artan demans vakaları, bilim insanlarını bu hastalığı önlemek, erken teşhis etmek ve etkili bir şekilde tedavi edebilmek için farklı çözümler aramaya itiyor. Günümüzde demans vakalarının 2050 yılına kadar 153 milyona ulaşacağı tahmin ediliyor. Son yapılan çalışmalar, halihazırda kullanılan antibiyotiklerin, antiviral ilaçların ve hatta bazı aşıların demans riskini azaltmada umut vaat ettiğini gösteriyor. Peki, bu ilaçlar gerçekten çare olabilir mi? İşte bilimsel bulguların ışığında elde edilen sonuçlar. Aşılar ve Antibiyotikler Demansı Azaltabilir Mi? Birleşik Krallık'taki Cambridge ve Exeter üniversitelerinden araştırmacılar, dünya çapında 14 farklı çalışmanın sonuçlarını inceleyerek demans ve bazı ilaçlar arasındaki ilişkiyi ele aldı. Bu çalışmalarda 130 milyon kişinin sağlık verileri analiz edildi ve bunlardan 1 milyonunun demans...

Marburg Virüsü Hastalığı

Marburg Virüsü: Nadir ve Ölümcül Bir Tehdit Marburg virüsü, Filoviridae ailesine ait nadir ve ölümcül bir RNA virüsüdür. Ebola virüsü ile yakın akraba olan bu patojen, insan ve primatlarda kanamalı ateşe neden olur. Virüs, ilk kez 1967 yılında Almanya'nın Marburg ve Frankfurt şehirleri ile o zamanki Yugoslavya'nın Belgrad şehrinde tanımlanmıştır. Bu salgında, Uganda'dan ithal edilen enfekte Afrika yeşil maymunları ile temas eden laboratuvar çalışanlarından 31 kişi enfekte olmuş ve yedisinin hayatını kaybettiği rapor edilmiştir. Tarihçe ve Salgınlar Marburg virüsü salgınları, 1967 yılındaki ilk olaydır ve Afrika kıtasında çeşitli bölgelerde tekrarlanmıştır. En önemli salgınlar aşağıdaki gibidir: 1998-2000, Kongo Demokratik Cumhuriyeti : 154 vaka, 128 ölüm. 2004-2005, Angola : 252 vaka, 227 ölüm (yaklaşık %90 fatalite oranı). 2012, Uganda : 15 vaka, 4 ölüm. 2023, Ekvator Ginesi ve Tanzanya : Ekvator Ginesi'nde 16 vaka (12 ölüm), Tanzanya'da ise 8 vaka (5 ölüm). Afrika...

Kediler ve Şizofreni: Bir Gizemin İzinde

  Kediler, yüzyıllardır insanların hem en sevimli dostları hem de mit ve efsanelerin başkahramanları arasında yer almıştır. Ancak bu sevimli dostlarımızın, ciddi bir zihinsel bozukluk olan şizofreniyle bağlantılı olabileceği fikri, ilk kez 1995'te yapılan bir çalışmayla gündeme gelmiştir. O dönemde, kedilerde bulunan Toxoplasma gondii (T. gondii) adlı bir parazitin, şizofreni riskini artırabileceği öne sürülmüştü. Peki, bu bağlantının bilimsel dayanakları nedir? Kediler gerçekten şizofreniye neden olabilir mi, yoksa bu yalnızca bir şehir efsanesi mi? Toxoplasma Gondii: Sessiz Parazit Toxoplasma gondii , çoğunlukla kedilerde bulunan ve insana çiğ et, kirli su veya kedi dışkısıyla temas yoluyla bulaşabilen bir parazittir. İnsan vücuduna girdiğinde, özellikle beyin gibi hayati organlarda kistler oluşturabilir. Bu kistler, erken dönemde genellikle belirgin semptomlara neden olmaz. Ancak bazı araştırmalar, bu parazitin beynin işleyişini etkileyebileceğini ve bazı bireylerde şizofreni g...

Viyana Psikanalitik Topluluğu ve Psikiyatrinin Tarihsel Dönüşümü

  Viyana Psikanalitik Topluluğu ve Psikiyatrinin Tarihsel Dönüşümü Viyana Psikanalitik Topluluğu (Wiener Psychoanalytische Vereinigung), modern psikiyatrinin en etkili hareketlerinden biri olan psikanaliz akımının temelini atan bir organizasyondur. Sigmund Freud tarafından 1902 yılında kurulan bu topluluk, insan zihnini anlamada devrim niteliğinde bir yaklaşımı savunmuş ve psikiyatrinin bilimsel, klinik ve kültürel boyutlarında derin etkiler bırakmıştır. Bu makalede, topluluğun tarihsel gelişimi, temel katkıları ve psikiyatrideki önemine değinilecektir. Kuruluş ve İlk Yıllar 1902 yılında Sigmund Freud, çalışmalarını destekleyecek bir grup akademisyen ve klinisyenle bir araya geldi. İlk başta "Çarşamba Günleri Psikoloji Toplantıları" adı verilen bu küçük grup, Freud'un dairesinde bir araya gelerek psikanaliz teorilerini tartışıyordu. Bu toplantılar, 1908'de resmi olarak Viyana Psikanalitik Topluluğu adıyla organize bir yapıya dönüştü. Freud’un "bilinçdışı" te...

Eugen Bleuler ve Şizofreni: Tıbbi ve Tarihi Bir Bakış

 Eugen Bleuler, psikiyatri tarihinde devrim yaratmış bir isimdir. 20. yüzyılın başlarında zihinsel sağlık anlayışında önemli değişimlere öncülük eden Bleuler, özellikle "şizofreni" terimini ortaya atması ve bu bozukluğun dinamiklerini tanımlamasıyla tanınır. Bu makalede, Bleuler’in çalışmaları hem tıbbi hem de tarihi açıdan incelenecek ve onun modern psikiyatriye olan etkisi ele alınacaktır. Tarihsel Arka Plan Bleuler’in kariyeri, zihinsel sağlık hastanelerinin daha insancıl bir şekilde yönetilmeye başlandığı bir dönemde gelişti. 1857’de İsviçre'nin Zollikon kentinde doğan Bleuler, Bern Üniversitesi’nde tıp eğitimi aldıktan sonra, Zürih Üniversitesi’nde psikiyatri profesörü olarak görev yaptı. Ayrıca, 1898-1927 yılları arasında Zürih’teki Burghölzli Psikiyatri Hastanesi'nin müdürlüğünü yürüttü. yüzyılın sonlarında, şizofreni bugün bildiğimiz adıyla değil, "dementia praecox" (erken bunama) olarak biliniyordu. Bu terim, Emil Kraepelin tarafından ortaya atılmış...

Psikoz: Mitolojiden Modern Tıpa Yolculuk

 Psikoz, bireyin gerçeklik algısını kaybettiği, sanrılar, halüsinasyonlar ve bilişsel bozukluklarla karakterize edilen ciddi bir ruhsal hastalık durumudur. Psikozun kökeni, etimolojik olarak eski Yunanca’da "ruh" veya "zihin" anlamına gelen psyche kelimesine dayanmaktadır. Bu terim, eski Yunanlıların nefesin yaşam gücü olduğuna ve ölümle birlikte ruhun bedenden ayrıldığına dair inançlarına ışık tutmaktadır. Bu makalede psikozun mitolojik kökenlerinden modern psikiyatrik yaklaşımlarına kadar olan tarihçesi ve güncel örneklerle açıklamaları ele alınacaktır. Mitolojik Kökenler ve Antik İnançlar Eski Yunan mitolojisinde, psyche sadece ruhsal değil, aynı zamanda yaşamın kendisiyle ilişkilendirilmiştir. Örneğin, Yunan mitolojisinde Psyche , ruhu ve insan zihnini temsil eden bir figürdür. Psyche’nin hikayesi, aşk ve ruhun bir araya gelişini anlatırken, ruhsal acı ve iyileşme süreçlerini de simgeler. İnsanların gerçeği algılama biçimindeki değişimlerin, tanrılar tarafında...

Hipokondriyazis: Sağlık Kaygısının Psikolojik Temelleri ve Tedavisi

 Hipokondriyazis, bireyin kendi sağlığıyla aşırı derecede meşgul olduğu ve genellikle önemsiz veya doğal kabul edilen fiziksel belirtileri ciddi bir hastalığın işareti olarak algıladığı bir ruhsal bozukluktur. Bu durum, bireyin yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürebilir ve günlük işlevselliğini olumsuz etkileyebilir. Hipokondriyazis, tıbbi bir güvenceye rağmen kaygıların devam etmesiyle karakterize edilir. Bu makalede, hipokondriyazisin belirtileri, nedenleri, tarihsel arka planı ve modern tedavi yöntemleri ele alınacaktır. Hipokondriyazisin Belirtileri Hipokondriyazis, genellikle aşağıdaki belirtilerle kendini gösterir: Aşırı Sağlık Kaygısı: Birey, hasta olduğuna dair sürekli bir korku ve endişe taşır. Belirtileri Abartma: Küçük ağrılar, sızılar veya bedensel duyumlar ciddi bir hastalığın kanıtı olarak yorumlanır. Tekrarlayan Doktor Ziyaretleri: Birey, sağlığı hakkında sürekli güvence arayışı içinde sık sık doktora gider. Tıbbi Güvencenin Yetersizliği: Doktorlardan alınan "sa...

Ruhsal Bozuklukların Tarihçesi ve Gelişimi

 Ruhsal bozukluklar, insanlık tarihi kadar eski bir olgudur. İnsanların ruhsal hastalıkları anlamlandırma ve tedavi etme biçimi, toplumların kültürel, dini ve bilimsel gelişimine paralel olarak değişim göstermiştir. Bu makalede, ruhsal bozuklukların tarihçesi ve gelişimi detaylı bir şekilde ele alınacaktır. Antik Dönem: Mitoloji ve Ruhsal Hastalık Antik çağlarda ruhsal bozukluklar genellikle doğaüstü güçlerle ilişkilendirilmiştir. Birçok kültürde, ruhsal hastalıkların kötü ruhlar, tanrılar veya şeytani varlıklar tarafından gönderildiğine inanılırdı. Örneğin, Antik Yunan'da ruhsal bozukluklar tanrılar tarafından bir ceza veya lütuf olarak görülürdü. Homeros'un destanlarında, tanrılar tarafından çılgına döndürülen kahramanlara sıkça rastlanır. Hipokrat (M.Ö. 460-370), bu doğaüstü açıklamalara meydan okuyarak ruhsal bozuklukların fiziksel nedenlere dayandığını öne sürdü. Hipokrat'ın "dört sıvı teorisi"ne göre, bedenin dört ana sıvısı (kan, balgam, sarı safra, kara sa...

Trizomi 18:Edwards Sendromu

 Edwards sendromu, genetik bir kromozom bozukluğudur ve 18. kromozom çiftine fazladan bir kromozomun eklenmesiyle oluşur. Bu durum, bebeklerde ciddi fiziksel ve zihinsel gelişim sorunlarına yol açar. Trizomi 18, Trizomi 21’den (Down sendromu) sonra en sık görülen kromozom anomalilerinden biridir. Görülme Sıklığı Trizomi 18, her 10.000 gebelikte yaklaşık 4 vakada görülür. Gebeliklerin %95’i fetal ölümle sonuçlanırken, canlı doğan bebeklerin sadece %5-10’u bir yılın ötesine geçebilmektedir. Daha çok ileri anne yaşıyla ilişkilendirilen bu durum, genç annelerde de nadir de olsa görülebilir. Belirtiler Edwards sendromu, hem fiziksel hem de iç organlarda ciddi anormalliklere yol açar. Fiziksel Anormallikler Yüz ve Kafa: Küçük çene (mikrognati), küçük baş (mikrosefali), düşük ve şekilsiz kulaklar. Eller ve Ayaklar: Clenched hand (avuç içinde parmakların üst üste binmesi) ve rocker-bottom feet (yay şeklinde taban). Diğer: Düşük doğum ağırlığı, ince deri ve belirgin kaburga deformiteleri...

Trizomi 13: Patau Sendromu

Trizomi 13, 13. kromozomun fazladan bir kopyasının bulunmasından kaynaklanan nadir ve ciddi bir kromozomal bozukluktur. Genellikle ağır zihinsel engellilik ve çoklu organ kusurları ile karakterizedir. Bu durum, 1960 yılında Dr. Klaus Patau tarafından tanımlanmış ve onun ismiyle anılmıştır. Belirtiler Trizomi 13'te görülen belirgin özellikler: Fiziksel Gelişim Doğumda düşük doğum ağırlığı. Mikrosefali (küçük kafa yapısı). Polidaktili (fazladan parmaklar). Dudak ve damak yarıkları. Gözlerde küçük veya yapısal kusurlar (mikroftalmi, koloboma). Düşük kulaklar ve anormal şekilli dış kulak yapıları. Sinir Sistemi ve Zihinsel Durum Ağır zihinsel engellilik. Holoprosensefali (beynin düzgün şekilde ayrılmaması). Nöbetler. İç Organ Kusurları Ventriküler septal defekt (kalpte iki odacık arasında anormal açıklık). Dekstrokardi (kalbin sağa yerleşimi). Böbrek anomalileri ve genitoüriner bozukluklar. Diğer Solunum apnesi. İşitme kaybı. Deride açıklıklar (cutis aplasia). Nedenler Trizomi 13, gene...

Klinefelter Sendromu: Belirtileri, Tanısı ve Tedavisi

Klinefelter sendromu, erkeklerde görülen en sık kromozom bozukluklarından biridir ve yaklaşık olarak her 500 ila 1.000 erkekten birinde görülmektedir. Bu sendrom, doğumdan hemen sonra cinsiyet kromozomlarının eşit olmayan bir şekilde dağılmasından kaynaklanır. Normal erkek kromozom yapısı 46,XY iken, Klinefelter sendromlu bireylerde 47,XXY veya nadir durumlarda farklı karyotipler bulunur. Sendromun Tarihçesi Klinefelter sendromu, ilk kez 1942'de Amerikalı doktor Harry Klinefelter tarafından tanımlanmış, 1959'da ise Patricia A. Jacobs ve meslektaşları tarafından kromozomal bir anormallikle ilişkisi tespit edilmiştir. Belirtiler Klinefelter sendromlu bireylerde sıkça görülen belirtiler şunlardır: Fiziksel Belirtiler: Küçük ve sert testisler. Jinekomasti (göğüs büyüemesi). Uzun bacaklar ve kollar. Hipogonadizm ve kısırlık. Hormon Düzeyleri: Serum testosteron konsantrasyonları düşüktür. Folikül uyarıcı hormon (FSH) ve lüteinizan hormon (LH) seviyeleri yüksektir. Diğer Belirtiler: D...

Rett Sendromu: Nadir Bir Genetik Hastalık

Rett Sendromu Nedir? Rett sendromu, beynin gelişimini etkileyen nadir bir genetik hastalıktır. Genellikle kız çocuklarında görülür ve motor beceriler ile dil gelişiminde ciddi sorunlara yol açar. Bebekler doğumdan sonraki ilk altı ayda normal bir gelişim sergiler ancak daha sonra kazanılmış becerilerini kaybetmeye başlarlar. Rett Sendromunun Nedenleri Rett sendromu, X kromozomunda bulunan MECP2 adlı bir gendeki mutasyondan kaynaklanır. Bu mutasyon genellikle rastgele meydana gelir ve ebeveynlerden çocuğa aktarılmaz. Erkeklerde bu mutasyon daha ciddi sorunlara neden olduğu için yaşamla bağdaşmaz. Belirtileri Nelerdir? Rett sendromunun belirtileri, çocuk büyüdükçe belirgin hale gelir. En yaygın belirtiler şunlardır: Büyüme Geriliği: Doğumdan sonra büyüme yavaşlar ve kafa boyutu normalden küçük kalabilir (mikrosefali). El Becerilerinin Kaybı: Çocuklar ellerini kullanma yeteneğini kaybeder ve tekrarlayan hareketler (avuç içi ovuşturma, sıkma) görülür. Dil ve İletişim Sorunları: Konuşma...

Tıpta Sendrom ve Fenomen Nedir?

 Tıp terminolojisinde sıkça kullanılan "sendrom" ve "fenomen" terimleri, genellikle karıştırılan ancak aslında farklı anlamlar taşıyan iki önemli kavramdır. Bu yazıda, bu terimlerin ne anlama geldiğini, nasıl tanımlandığını ve hangi durumlarda kullanıldığını inceleyeceğiz. Sendrom Nedir? "Sendrom", bir araya gelen belirti ve bulguların oluşturduğu, genellikle bir hastalık veya sağlık durumunu tanımlayan bir kavramdır. Yani, tek başına bir hastalık olmayabilir, ancak ortak bir neden veya mekanizma ile bir araya gelen belirtiler grubu olarak değerlendirilir. Özellikleri: Birçok sendromun nedeni tam olarak bilinmeyebilir. Genetik, çevresel ya da başka faktörlerle ilişkili olabilir. Bazen bir hastalığın farklı bir yönü olarak da tanımlanabilir. Örnekler: Down Sendromu: Genetik bir durumdur ve 21. kromozomun trisomisi ile ilişkilidir. Zihinsel gerilik, yüz özelliklerinde belirgin değişiklikler gibi belirtilerle karakterizedir. Irritabl Bağırsak Sendromu (IBS...

Koplik Lekeleri ve Kızamık ile İlişkisi

  Koplik lekeleri , kızamığın erken teşhisinde önemli bir bulgudur ve hastalığın patognomonik (yalnızca o hastalığa özgü) bir özelliğidir. Bu lezyonlar, kızamık döküntüsü ortaya çıkmadan önce gözlenir ve hastalığın ilerlemesinin ilk evrelerinde tanısal ipuçları sunar. Aşağıda Koplik lekelerinin tanımı, klinik önemi ve tarihçesi hakkında detaylı bilgi verilmiştir. Koplik Lekeleri Nedir? Tanım: Koplik lekeleri, kızamık döküntüsünden yaklaşık 2-3 gün önce ağız mukozasında ortaya çıkan küçük beyaz veya gri renkte lezyonlardır. Genellikle yanak mukozasında, 1. ve 2. molar dişlerin hizasında, kırmızımsı bir zemin üzerinde "tuz taneleri" gibi görünürler. Morfoloji: Ülserleşmiş, nekrotik ve nötrofilik eksüda içeren lezyonlar olarak tanımlanırlar. Klinik Önemi: Bu lezyonlar, kızamığın diğer viral döküntülü hastalıklardan ayırt edilmesinde büyük bir öneme sahiptir. Klinik Bulgular ve Teşhis Koplik lekeleri, kızamığın prodrom evresinde ortaya çıkar. Bu evrede şu belirtiler eşlik edeb...

Sigaranın Sağlığımıza Etkileri: Ölümcül Hastalıklara Giden Yol

  Sigaranın Yol Açtığı Hastalıklar Sigara, dünyada milyonlarca insanın sağlığını tehdit eden en yaygın zararlı alışkanlıklardan biridir. İçeriğindeki kimyasal maddeler ve bağımlılık yapıcı etkisiyle sigara, birçok hastalığa davetiye çıkarmakta ve ölümcül sonuçlara yol açmaktadır. Sigara kullanımı, bireylerin yaşam kalitesini düşürdüğü gibi, çevrelerindeki insanları da pasif içicilik yoluyla olumsuz etkilemektedir. İşte sigaranın neden olduğu başlıca hastalıklar: 1. Solunum Sistemi Hastalıkları Sigara, akciğer dokusuna doğrudan zarar verir ve solunum yollarında ciddi problemlere yol açar: Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH): Sigara, KOAH’ın en büyük nedenlerinden biridir. Akciğerlerde hava yollarının daralmasına ve solunumun zorlaşmasına neden olur. Akciğer Kanseri: Sigara içen bireylerde akciğer kanseri riski içmeyenlere göre 20 kat daha fazladır. Bronşit ve Amfizem: Sigara, bronşların iltihaplanmasına ve akciğer dokusunun elastikiyetini kaybetmesine neden olur. 2. Kalp v...

Pernisiyöz Anemi Nedir?

Pernisiyöz anemi, vücudun yeterli miktarda sağlıklı kırmızı kan hücresi üretmesini engelleyen nadir bir tür B12 vitamini eksikliği anemisidir. Bu durum, genellikle mide tarafından intrinsik faktör adı verilen bir proteinin üretilememesinden kaynaklanır. Intrinsik faktör, B12 vitamininin bağırsaklardan emilimini sağlar. Eksikliğinde, vücut yeterince B12 vitamini alamaz ve bu da kırmızı kan hücrelerinin üretiminde aksamalara yol açar. Pernisiyöz Aneminin Nedenleri Pernisiyöz anemi, genellikle otoimmün bir hastalık olarak kabul edilir. Bu durumda, bağışıklık sistemi, mide duvarında intrinsik faktör üreten hücrelere saldırarak onların işlevini engeller. Aşağıdaki durumlar da bu hastalığa yol açabilir: Genetik Yatkınlık: Ailede pernisiyöz anemi öyküsü olan kişilerde risk artar. Otoimmün Hastalıklar: Tip 1 diyabet, tiroid hastalıkları gibi diğer otoimmün hastalıklar riski artırabilir. Mide Ameliyatları: Midenin bir kısmının çıkarılması, intrinsik faktör üretimini azaltabilir. Bağırsak Ha...

Postural Ortostatik Taşikardi Sendromu (POTS) Nedir?

POTS Nedir? Postural Ortostatik Taşikardi Sendromu (POTS), dik pozisyona geçildiğinde kalp atış hızında anormal bir artış ve buna eşlik eden bazı belirtilerle karakterize bir durumdur. POTS, başlı başına bir hastalık değil, farklı nedenlerle ortaya çıkabilen bir sendromdur. Genellikle kadınlarda, 14-50 yaş arasında daha sık görülür. Normal Kan Dolaşımı ve POTS’da Neler Olur? Normalde vücut pozisyon değiştirirken (yani uzanmaktan ayağa kalkarken) kan basıncı ve akışı vücut tarafından dengede tutulur. Ancak, POTS’lu kişilerde bu düzen bozulur. Ayağa kalktıklarında kalp hızında dakikada 30 veya daha fazla atım artış olur ve bu durum genellikle halsizlik, baş dönmesi, çarpıntı gibi semptomlarla kendini gösterir. POTS’un Belirtileri Nelerdir? POTS belirtileri çeşitlidir ve kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Sık görülen belirtiler: Baş dönmesi ve sersemlik Çarpıntı (kalbin hızlı atması hissi) Halsizlik ve yorgunluk Bulanık görme Ayakta dururken yorgunluk hissi Bayılma veya bayılacakmış...

Osteonekroz (Avasküler Nekroz): Belirtiler, Nedenler ve Tedavi Yöntemleri

  Osteonekroz Nedir? Osteonekroz, kemiğe kan akışının geçici veya kalıcı olarak kaybolması sonucu kemik dokusunun ölmesiyle oluşan bir durumdur. Bu hastalık, kemiğin yapısal bütünlüğünü bozarak ağrıya, hareket kısıtlılığına ve eklem hasarına yol açabilir. En sık uyluk kemiği, üst kol kemiği, diz ve kalça gibi ağırlık taşıyan bölgelerde görülür. Osteonekroz Kimlerde Görülür? Her yaştan bireyi etkileyebilse de, osteonekroz en çok 30'lu ve 40'lı yaşlardaki insanlarda teşhis edilir. Hastalık, travmatik nedenlerle (örneğin bir kırık veya çıkık sonrası) veya travmatik olmayan nedenlerle ortaya çıkabilir. Özellikle uzun süreli steroid kullanımı, aşırı alkol tüketimi, sigara kullanımı ve bazı kronik hastalıklar osteonekroz riskini artırır. Osteonekrozun Belirtileri Başlangıç aşamalarında semptom göstermeyebilir. Ancak hastalık ilerledikçe şu belirtiler ortaya çıkabilir: Ağrı: İlk olarak ekleme ağırlık verildiğinde hissedilir, ilerleyen evrelerde dinlenme sırasında da görülebilir. Hare...

Reye Sendromu Nedir?

  Reye Sendromu Nedir? Reye sendromu, genellikle çocuklarda ve gençlerde görülen nadir ama ciddi bir hastalıktır. Karaciğer ve beyin dahil olmak üzere vücuttaki organlara zarar verebilen bu durum, çoğunlukla viral enfeksiyonlar (örneğin, grip veya su çiçeği) sırasında veya sonrasında gelişir. Belirtileri Reye sendromunun belirtileri hızla kötüleşebilir ve acil tıbbi müdahale gerektirir. Şunları içerebilir: Sürekli kusma Şiddetli yorgunluk veya halsizlik Zihin bulanıklığı, kafa karışıklığı Nöbetler Bilinç kaybı Nedenleri Reye sendromunun kesin nedeni bilinmemektedir, ancak aspirinin viral enfeksiyon sırasında kullanımı ile ilişkilendirilmiştir. Bu yüzden çocuklara ve gençlere aspirin verilmesi önerilmez. Tedavi Reye sendromu ciddi bir durum olduğu için acil tıbbi müdahale gerektirir. Tedavi, belirtileri yönetmeye ve komplikasyonları önlemeye yöneliktir. Hastane bakımı: Çoğu hasta yoğun bakımda izlenir. İlaçlar: Beyin şişmesini azaltmak için ilaçlar kullanılabilir. Sıvı ve elektrol...

Suçiçeği Hastalığı: Belirtiler, Tedavi ve Korunma Yolları

Suçiçeği, varicella-zoster virüsü (VZV) kaynaklı, çok bulaşıcı, genellikle çocukluk çağında görülen bir hastalıktır. Hafif seyirli bir enfeksiyon olmakla birlikte, yetişkinlerde ve bağışıklık sistemi zayıf bireylerde daha ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Bu virüs aynı zamanda ilerleyen yaşlarda zona hastalığına neden olabilir. Suçiçeği Belirtileri Kuluçka süresi: 10-21 gün Erken belirtiler: Ateş, halsizlik, iştahsızlık, baş ağrısı Tipik döküntüler: İlk olarak saçlı deride, yüzde ve gövdede başlar. Küçük, kaşıntılı kırmızı lekeler şeklinde görülür. Daha sonra içi sıvı dolu kabarcıklara dönüşür. 24-48 saat içinde kabuklanır. Kaşıntı ve enfeksiyon riski: Döküntülerin kaşınması iz bırakabilir ve bakteriyel enfeksiyon riski artırabilir. Döküntülerin Özellikleri Aynı anda farklı evredeki döküntülerin görülmesi hastalığın tipik bir özelliğidir. En yoğun döküntüler gövdede, daha az yoğun şekilde kollarda ve bacaklarda görülür. Suçiçeği Nasıl Bulaşır? Bulaşma yolları: Hava yoluyla: Ök...